Paleolitik Yaşam
Paleolitik dönem, Mezolitik ve Neolitik dönemlere kıyasla çok uzun bir periyodu kapsar. Bu devrin başlangıcı, alet yapan insanın (Homo habilis) ortaya çıkışıyla neredeyse aynı zamana denk gelmektedir.
Tahmin edilebileceği üzere, insanın temel ayırt edici özelliklerinden biri alet yapma yeteneğidir. En eski araçlar taştan yapılmıştı ve böylece insanlık tarihinin ilk dönemi (G.Ö. ~2.500.000 — ~12.000) bu adla anıldı. Duiker vd. bu dönemi şöyle özetlemektedirler:
Yüz binlerce yıl boyunca insanlar günlük yiyeceklerini edinebilmek için avcılık ve toplayıcılık yaptılar.
Paleolitik insanlar çevrelerindeki dünyayla yakın bir ilişki içindeydiler ve bir süre sonra hangi hayvanları avlayacaklarını ve hangi bitkileri yiyeceklerini öğrendiler.
Yabani fındık, böğürtlen, dut, meyve ve çeşitli yabani tahıllar ve yeşil bitkiler topladılar. Dünyanın her yerinde manda, at, bizon, ren geyiği ve balık gibi farklı hayvanları yakalayıp tükettiler. Hayvanların avlanması ve yabani bitkilerin toplanması kuşkusuz belirli yaşam biçimlerine yol açtı.
Paleolitik insanlar muhtemelen yirmi ya da otuz kişilik küçük gruplar halinde yaşıyorlardı. Göçebeydiler, hayvan göçlerini ve bitki örtüsü döngülerini takip etmek için bir yerden bir yere hareket ediyorlardı.
Yıllar geçtikçe, araçlar daha rafine ve daha kullanışlı hale geldi. Mızrağın ve daha sonra yay ve okun icadı, avlanmayı oldukça kolaylaştırdı. Zıpkınlar ve kemikten yapılmış oltalar balık avını artırdı.
Paleolitik Avlanma: Bu dönemde erkekler vahşi hayvanları avlardı, bu onları genellikle kamptan uzaklaştırırdı. Hem erkekler hem de kadınlar grubun hayatta kalmasını sağlamada önemli roller oynadıkları için, bilim insanları erkekler ve kadınlar arasında (kabaca da olsa) bir eşitliğin var olduğunu savunurlar. Ne var ki bu konu tartışmalıdır.
Paleolitik insanların başlıca işi yiyecek bulmaktı. Bu işten hem erkekler hem de kadınlar sorumluydu. Kadınlar çocukları doğurup büyüttükleri için genellikle kamplara yakın dururlar, ancak yiyecek edinmede (böğürtlen, kuruyemiş ve tahıl toplamada) önemli bir rol oynarlardı. Bununla beraber kadınların da avlanmada erkeklere yardımcı oldukları öne sürülmektedir. Araştırmacı Randall Haas’a göre Amerika kıtasında kadın avcılar bulunmaktadır.
O dönemde kimi mezarlarda kişinin eşyaları kendisi ile birlikte gömülmekteydi (burada ayrıca öte dünya inancının da olduğu ya da en azından oluşmaya başladığı öne sürülebilir). 17–19 yaşları arasında öldüğü tahmin edilen bir kadının bireysel eşyaları yanında mızrak uçları ve bıçaklar bulunmuştur. Araştırmacılar bu buluntular aracılığıyla, söz konusu kadının zamanında avcı olduğu çıkarımını yapmışlardır.
Bu avcıların kadın oldukları iskeletlerinden anlaşılmaktadır. Peki, araştırmacılar ve bilim insanları, bir kemiğin veya iskeletin bir erkeğe mi yoksa bir kadına mı ait olduğunu nasıl söyleyebiliyor? İpucu kemiklerin kendisinde saklı: bir iskeletin genel boyutu ve sağlamlığı onun bir erkeğe ait olduğu fikrini güçlendirir. Aynı popülasyonda erkekler daha büyük, daha sağlam kemiklere ve eklem yüzeylerine ve kas bağlanma bölgelerinde daha fazla kemik gelişimine sahip olma eğilimindedir. Bununla birlikte, pelvis (leğen kemiği) cinsiyetle ilgili en iyi iskelet göstergesidir. Pelvis’in ağız kısmı dar ve kalp şekline daha yakın ise bedenin bir erkeğe, ağız kısmı açık ve dairesel ise bedenin bir kadına ait olduğu tahmin edilir. Kafatası, pelvis’e göre daha az güvenilir olsa da, cinsiyeti gösterebilen özelliklere sahiptir.
Paleolitik avcılık, üzerine çok söz söylemeye değer bir konudur ancak bunların içinde sadece bir tanesini vurgulamam gerekiyor: İstikrarlı ya da Israrlı Avlanma.
Çoğu memeli, dört bacağı olduğundan insanlardan daha hızlı koşabilir. Ancak uzun mesafeler söz konusu olduğunda, insanlar hemen hemen her hayvanı geride bırakabilir. İnsan maraton koşmak için tasarlanmıştır. Nefes nefese kalmak yerine terleyerek serinlediğimiz için, diğer hayvanları aşırı ısıtacak hızlarda ve mesafelerde serin kalabiliriz. Bununla beraber bir de yanımızda kaybettiğimiz suyu kompanse edebilecek sıvılar taşıyabilirsek, bir başka avantaja sahip oluruz. Sıcak bir günde, bir insanın 40 kilometrelik bir maratonda bir atı bile geçebileceği öne sürülmüştür.
Araştırmalar, sapanların veya yayların geliştirilmesinden önce, erken avcıların ısrarla avlanmaya başladıklarını, bir hayvanı aşırı ısınana kadar saatlerce kovaladığını ve yakın mesafeye gelince kolayca avlamayı başardığını ileri sürmektedir. Current Anthropology dergisindeki 2006 tarihli bir makalede, Afrika’daki Bushmenler de dâhil olmak üzere, modern avcı-toplayıcılar arasında ısrarla avlanma belgelenmiştir.
Paleolitik Barınma: Özellikle soğuk iklimlerde yaşayan bazı Paleolitik insan grupları hem iklim koşullarından hem de yırtıcı hayvanlardan korunmak için mağaralara sığınmış, zamanla da yeni barınak türleri yaratmışlardır. Mağara dışında yaygın olan evler, hayvan postlarıyla kaplı, basit bir ahşap direk veya çubuk yapısıdır. İklim, su taşkınları ve diğer kimi doğa olayları zaman içinde kamp alanlarının çoğunu yok etmiştir, bu nedenle Paleolitik konutlara ilişkin bilgimiz sınırlıdır.
Paleolitik Beslenme: Arkeologların yaklaşık 500.000 yıl önce başladığına inandıkları ateşin sistematik kullanımı, mağaraların ve barınakların ışık ve ısıya sahip olmasını mümkün kıldı. Ateş aynı zamanda ilk insanların yemeklerini pişirmelerini de sağladı, bu da tadı daha iyi olan ve daha uzun süre dayanan gıda demekti. Ateş, yabani tahıl gibi bazı bitkiler söz konusu olduğunda, sindirimi de daha kolay hale getirdi.
Paleolitik beslenme ile ilgili paradoksvari bir mesele için bu noktada biraz durmak gerekiyor. Ateşin keşfi, yaklaşık yarım milyon yıl önceye götürülüyor. Eğer durum bu ise yaklaşık iki ya da iki buçuk milyon yıl önce var olan Homo habilis, örneğin, çiğ et yiyordu. Bu noktada beklentimiz, bu türün dişlerinin çok keskin, makas gibi olacağı yönündedir. Ne var ki araştırmacılar Homo habilis’e ait dişlerin hiç de öyle olmadığını bilmektedir. Bilakis Homo habilis’in dişleri bizim dişlerimize son derece benzemektedir.
Peki, bizim gibi dişleri olan bir canlı olan Homo habilis’in çiğ et yiyebilmesi (hem de artık alet kullanabiliyorken ve bu sayede av bolluğuna sahipken) nasıl mümkün oldu? Yanıt esasında sorunun içinde gizli… Homo habilis alet kullanabiliyordu ve bu sayede sadece avlanmayı değil, av etini de parçalamayı öğrenmişti. Diğer bir ifadeyle, araştırmacıların spekülasyonu şu: etleri işlemeyi öğrendik ve ateş olmadığı için etleri yaptığımız aletlerle küçük parçalara ayırabildik.
Söz konusu hipotezi ortaya atan iki araştırmacı Katherine Zink ve Daniel Liberman kurt ve aslan gibi etkili çiğ et yiyicilerin, neredeyse bir makas gibi dişlere sahip olduğunu ancak insanların havan gibi dişleri olduğunu söylüyorlar. Diğer bir ifadeyle, dişlerimiz dilimlemek için değil, ezmek için tasarlanmıştır. Çiğ eti çiğnediğimizde et parçalanmaz, ezilir. Ezerek yutabilmeyi sağlamak adına bir deney tasarlayan iki bilim insanı, asistanlarını bir laboratuarda büyük ve küçük parçalardan oluşan çiğ et ve bitki yeme testine tabi tutmuşlardır. Aynı süre diliminde önce büyük sonra da küçük besinler çiğneyen araştırmacılar, küçük parçaları yutulabilir düzeye getirebilmişken büyük parçaların onca çiğnemeye rağmen yutulamaz olduğunu tespit etmişlerdir.
Araştırmacılar, laboratuarda bir dizi test yaptıktan sonra, üçte bir et ve üçte iki pancar ve havuç gibi kök sebzelerden oluşan bir diyetle beslenen homininlerin, gıdaları yutmak için gereken çiğneme sayısında %17'lik bir azalma görüleceğini bildirmişlerdir. Bu oran yılda 2,5 milyon daha az çiğneme anlamına geliyor. Bu, insanın diğer özelliklerini geliştirmek (ve doğal seçilmek) için azımsanmayacak bir süreyi ifade etmektedir.
Üstte belirttik, ~500 bin yıl önce ateşin kontrol altına alındığı, kullanıldığı tartışmalı da olsa kabul ediliyor. Ateş bulunduktan bir süre sonra, nedendir halen bilinmiyor, atalarımız eti ateşe tuttu. Pişmiş etin insanın yükselişine -son derece olumlu- katkılarda bulunduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Charles Darwin bu hususa ilişkin The Descent of Man, and Selection in Relation to Sex adlı eserinde şu ifadeleri kullanır:
İnsan sert, lifli köklerin sindirilebilir ve zehirli köklerin ya da bitkilerin zararsız hale getirilebildiği ateş yakma sanatını keşfetmiştir. Ateşin, tarihin şafağından önceye dayanan bu keşfi, muhtemelen dil dışında, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı en büyük keşiftir.
Darwin’in de vurgulamış olduğu bu keşfin bir önemi, aslında ateşle temas eden besinin transformasyonu ile ilişkilendirilebilir. Pişmiş ürünler genellikle çiğ ürünlerden daha az kaloriye sahip olarak listelenir, ancak et pişirme işlemi etteki kolajen proteinini jelâtinleştirir, çiğnemeyi ve sindirmeyi kolaylaştırır. Bu nedenle pişmiş et, çiğ versiyonundan daha fazla kaloriye sahiptir çünkü pişirmek aslında sindirimi kolaylaştırır ve kalori içeriğini arttırır. İngiliz antropolog ve primatolog Richard Wrangham, 19. yüzyılda, Wilbur Olin Atwater tarafından, ortaya atılan kalori hesaplama yönteminin geçerli olmadığını 2013 yılındaki bir panelde dile getirmiştir. Atwater’a göre her gram protein için dört kalori, her gram yağ için dokuz kalori ve her gram karbonhidrat için dört kalori hesaplanmalıdır. Wrangham’a göre ise bu hesap kusurludur. Çünkü bu mevcut hesap gıdanın sindirilmesinde kullanılan enerjiyi hesaba katmaz. Ağız ve bağırsak bakterilerinin sindirim üzerindeki etkisini ve gıdaların bağırsaklardan geçişini etkileyen diğer özellikleri dikkate almaz. Buna bir de çenenin çiğ eti yutabilmek için harcadığımız enerjiyi ekleyin…
Paleolitik İnsan Üzerine Sonsözler: Alet yapımı ve ateşin kullanılması (Paleolitik insanların iki önemli teknolojik yeniliği) bize uyum sağlama yeteneğinin insanın hayatta kalması için ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Ancak Paleolitik halklar hayatta kalmaktan fazlasını yapmıştır. Güneybatı Fransa ve kuzey İspanya’da bulunan mağara resimleri, Paleolitik halkların kültürel faaliyetlerine tanıklık etmektedir.
Kimi mağara resimlerinde bir av sahnesi canlandırılırken, kimilerinde ise avlanamayan ancak insanın takdirini kazanan hayvanları görürüz. Bu mağara resimleri eğitim, dekoratif ve belki de büyü için kullanılıyorlardı. Ne var ki kimi esrarengiz resimlere de denk gelmekteyiz. Örneğin ~ 40Bin yıl önce Endonezya Pettakere Mağarası’nda insanların stensil usulü ellerini duvarlara resmettiği belgelenmiştir. Neden bu türden resimler yapmışlardır? Yafit Kedar önderliğinde yapılan bir çalışmaya göre, bu resimlerin yapılmasının ardındaki motivasyon yetersiz havalandırılmış mağara ortamıydı.
Arkeologlar uzun zamandır “mağara adamlarını” bu esrarengiz resimleri yapmaya tam olarak neyin zorladığını merak ediyorlardı. Genellikle mağaralarda bulundukları için, bazı uzmanlar tarih öncesi ressamların sanatlarını “değişmiş bilinç durumlarının” etkisi altında üretmiş olabileceklerini savundular. Teori, esasen (tabiri caizse) ressamların bir şekilde kafalarının güzel olduğunu iddia ediyor. Bu teoriyi destekleyen yeni bir çalışma, yetersiz havalandırılmış mağaralardaki düşük oksijen seviyelerinin, halüsinasyonlara neden olabilecek hipoksiyi tetikleyebileceğini öne sürüyor. Özetle, ne amaçla yapıldığını bilmediğimiz kimi mağara resimleri, o mağaraların içinde yaşayanların zihin durumlarındaki değişimlere bağlı olabilir.
Paleolitik insan, kendisini hareket halindeki bir sürüye bağımlı olmaktan azat ettiği zaman milyonlarca yıllık alışkanlıklarını da bir kenara bırakmak durumunda kaldı. Bu alışkanlıklarının bırakılıp, yeni alışkanlıklara geçilmesi insanın kültürel evriminin de başlangıcı sayılır. Uygarlığın hareket halindeyken asla gelişemeyeceğini anlamak için fiilen Paleolitik insanla gezmeli ve onlarla birlikte yaşamalısınız. Jacob Bronowski’nin ifade ettiği gibi: “[S]abahtan akşama hareket halinde iken, gelgitle geçen bir ömür boyunca, değil yeni bir alet ya da fikir geliştirmeye, yeni bir nağme bile bulmaya vakit yoktur.” İnsanlar, bu vakti ancak Neolitik dönemde bulabilmiştir.