Neolitik Yaşam (I): Bitkilerin Evcilleştirilmesi
Neolitik Devrim (Günümüzden ~10.000 ile ~4.000 yıl arasındaki dönemi kapsar. Bu dönemin kendisini Paleolitik dönemden ayırt eden en temel niteliği, insanın gıda toplamaktan gıda üretimine geçmesidir. Detaylı bir şekilde ifade etmek gerekirse, en büyük değişiklik, insanın hayvan avcılığı ve bitki toplamadan (gıda toplama) sistematik tarıma ve hayvancılığa (gıda üretimi) geçişidir. Duiker vd. bu dönemi şöyle özetlemektedirler:
Tahıl ve sebzelerin ekimi düzenli bir gıda kaynağı sağlarken; koyun, keçi, sığır ve domuz gibi hayvanların evcilleştirilmesi et, süt gibi gıda kaynaklarının yanı sıra giyim için (hayvan derileri) de insanlara kaynak sağladı.
Ekinlerin yetiştirilmesi ve gıda üreten hayvanların evcilleştirilmesi, insanlarla doğa arasında, tarihçilerin bir tarım devrimi olarak bahsettiği yeni bir ilişki yarattı. Düzenli olarak yiyecek elde etme yeteneği, insanlara çevreleri üzerinde daha fazla kontrol sağlamasına ve göçebe yaşam biçimlerinden vazgeçmelerine (yani yerleşik topluluklarda yaşamalarına) sebep oldu.
Yaklaşık 6 bin yıllık dönemi kapsayan bu süreçte, dünyanın farklı bölgelerinde birbirinden bağımsız olarak sistemli tarım gelişti. Ekinlerin düzenli olarak yetiştirilmesi, tarihçilerin Neolitik tarım köyleri veya kasabaları olarak adlandırdıkları nispeten kalıcı yerleşim yerlerine yol açtı. Neolitik köyler Avrupa, Hindistan, Mısır ve Çin’de ortaya çıkmış olsa da, en eski ve en geniş köyler Orta Doğu’da bulunuyordu.
Türkiye’de bulunan ÇATALHÖYÜK şehrinin, 32 dönümü saran duvarları vardı ve nüfusu M.Ö. 6700'den 5700’e kadarki süreçte muhtemelen altı bin kişiye ulaştı. İnsanlar birbirine o kadar yakın inşa edilmiş basit kerpiç evlerde yaşıyordu -sokaklar azdı. Yani insanlar evlerine ulaşmak için çatılardan yürümek ve çatıdaki bir delikten eve girmek zorunda kaldılar.
Evleri birbirine bağlayan sokakların çok az olmaması, bunun yerine birbirine çok yakın, petek benzeri labirentlerde oturmanın sebebi kesin olarak bilinmiyor. Ne var ki evlerin çatıları boyunca yürünebilmesi zaten aslında sokakların olduğu anlamına gelmektedir.

Neolitik tarım devriminin geniş kapsamlı sonuçları oldu. İnsanlar köylere veya kasabalara yerleştikten sonra, korunmak için sabit evler yaptı. Malların depolanması için başka yapılar inşa ettiler.
Organize topluluklar yiyecek depoladıkça ve eşya biriktirdikçe ticaretle uğraşmaya başladılar. Bereketli Hilal denilen bölgede yalnızca 3 hafta içinde yapılan hasat, o bölgede yaşayan insanların tam bir yıllık besin ihtiyacını giderebiliyordu. Bolluğun ticareti beraberinde getirmesi şaşırtıcı değildir. İnsanlar ayrıca belirli zanaatlarda uzmanlaşmaya başladılar ve bir iş bölümü gelişti.
Neolitik Çağ’da sistemli tarıma geçişin, kadın ve erkek arasındaki ilişki üzerinde de sonuçları oldu. Erkekler, tarlalarda çalışmak ve hayvanları gütmek, onları evden uzak tutan faaliyetler için birincil sorumluluğu üstlendi. Kadınlar geride kaldı, çocuklara baktı, elbise dokudu ve büyük emek gerektiren diğer ev işlerini yaptı. Zamanla, ev dışında çalışmak evde yapılan işten daha önemli olarak algılandığından, erkekler toplumda daha baskın bir rol oynamaya başladı, bu bizim zamanımıza kadar devam eden bir modeldi.
Çanak çömlek kilden yapılır ve sertleşmesi için ateşte pişirilirdi. Tencere yemek pişirmek ve tahıl depolamak için kullanıldı. Dokuma sepetler de depolama için kullanıldı.
Taş aletler, tarlalarda kullanılmak üzere orak ve çapa yapmak için çakmaktaşı bıçaklar kullanıldıkça rafine hale geldi. Keten ve pamuk gibi bitkilerden elde edilen bitkisel lifler, kumaşa dokunan ipliği yapmak için kullanıldı. Neolitik Çağ boyunca, bugün tüketilen gıda bitkilerinin birçoğu yetiştirilmeye başlandı.
İlk başta, Neolitik yerleşimler köylerden pek farklı değildi, ancak sakinleri çiftçilik sanatında ustalaştıkça, daha karmaşık insan toplulukları yavaş yavaş ortaya çıktı. Zenginlik arttıkça bu toplumlar askeri birlikler kurmaya ve korunmak için şehirlerine duvarlar çekmeye başladılar.
Neolitik Çağ’da belirlenen diğer kalıpların da, insanlık tarihinin kalıcı unsurları olduğu düşünülmektedir. Sabit konutlar, evcilleştirilmiş hayvanlar, düzenli çiftçilik, iş bölümü, iktidarı elinde tutan erkekler -bunların hepsi insan hikâyesinin bir parçasıdır. Tüm bilimsel ve teknolojik ilerlememize rağmen, insanın hayatta kalması hala Neolitik Çağ’daki insanların bir başarısı olan gıdaların yetiştirilmesine ve depolanmasına bağlıdır. Neolitik Devrim, insanlık tarihinde gerçekten bir dönüm noktasıydı.
Jared Diamond Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı eserinde bitkilerle ilgili şu ifadelere yer verir: Yabani bitkilerin pek azı insanlar için yenilebilir niteliktedir. Karadaki biyo-kütlenin çoğu odun ya da yapraktan oluşur, bunların çoğunu sindiremeyiz. Bitkilerin pek azı toplanmaya değerdir. Ağaç kabuklarının sindirimi çok zordur; kabuklu yemişler ise zehirli ya da ayıklaması güçtür.
Tarım sayesinde bir dönümlük arazide yiyecek gıda %1 iken, o araziyi değiştirip dönüştürerek bu oranı %90’lara çıkarabiliriz.
Yaban hayata adapte olmuş insanlar sürekli göçmeli, yer değiştirmelidir. Oysa yerleşik hayatta tarım yapmaya kalkışan insanlar tarlasının ya da bahçesinin yakınında olmalıdır. Yani arada bir avcı-toplayıcı rolü bürünüp gezerek, arada bir de tarlasına dönerek yaşamını idame ettiremez. Neden?
neden#1: çiftçinin yokluğunda yabani sığır, keçi, koyunlar fideleri yiyebilir; kuşlar ve kemirgenler tohumların çekirdeklerini tüketebilir.
neden#2: tarlaya geri dönüldüğünde, o arazi başkaları tarafından gasp edilmiş olabilir, nitekim henüz özel mülkiyet ve onun yasalar ile korunması söz konusu değildir.
neden#3: arada göçebe hayata geçeceğini bilen anne tek bir çocuk sahibi olmak isteyecektir ya da sahip olduğu çocuğun uzun mesafe yürüyebilir düzeye gelmeden ikinci bir çocuğu göze almayacaktır.
Belirli bir bitkinin belirli bir yerde, ne zaman evcilleştirildiğinin kararı nasıl veriliyor? Öncelikle şunu açıklayalım: yabani bir bitkinin meyveleri genelde daha küçük, kabukları daha kalın ve daha şekilsizdir. Yani evcilleştirilmiş elma, yabani olan kardeşine göre daha büyük, evcil bezelyenin kabukları daha ince ve taneleri daha düzgündür. Aşağıdaki darı görselinden bunu görebiliriz. En solda darının yabani hali, en solda ise bugünkü hali görülmektedir. Darının fenotipindeki değişiklikler evcilleştirmenin bir sonucudur.

Günümüzde yabani bir bitkiyi, eğer orada evcilleştirme olmadıysa, zaten görerek tanırız. Hepimiz dağ elması görmüşüzdür. Tadı ekşi ve marketlere pek bulamayacağımız bir meyvedir bu. Eğer bir arazide halen bu türden elmalar yaygınsa, orada zamanında bir medeniyetin olmadığını çıkarsamak güç olmayacaktır. Ne var ki bazı yerlerde (ki bunlar artık bahçelerdir) marketlerdeki kalite ile yarışacak meyveler bulabiliriz. Orada bir evcilleştirme söz konusudur.
Evcilleştirmeye dair bilimsel deliller, aslında arkeo-botanik ya da paleo-botanik çalışmaları ile elde edilir. Bir bölgede yer alan tarihlenmiş yer tabakalarında eski bitkisel kalıntılar ile daha genç tabakalardaki bitkisel kalıntılar karşılaştırılarak, orada bir evcilleştirmenin olup olmadığı tespit edilebilir. Eğer, örneğin, aşağı tabakada (eski) daha küçük zeytin çekirdeği yoğunsa ve onun üstündeki tabakada (yeni) iri zeytin çekirdekleri gözlemlemeye başlarsak, orda zeytinin ne zaman evcilleştirildiğini öne sürebiliriz.
Yaban çileği ve böğürtlen gibi meyveleri çekinmeden yeriz. Sıcak bir havada doğada yürüyüş yaptığınızı düşünün. Böğürtlen gördünüz, bir dalında iri bordo renklere sahip olanlar, diğer dalında henüz olgunlaşmamış az sayıda birkaç meyve. Hangisini tercih edersiniz? Muhtemelen ilkini. Atalarımız da öyle yaptı. Aynı eforla çok daha fazla kalori almak ve çok daha lezzetli ürünler yemek istediği için de bu meyveleri ve tahılları ekti. Tarımla üretilen bitkilerin, yabani olan hem-türlerine karşı büyük oluşu bu yüzdendir.
Bununla beraber bitkilerin de üreme stratejilerini gözden kaçırmamak gerekir. İnsan ve hayvan hareket halindedir, genlerini aktarmak istediğinde bir yere gidebiliyorsa gider ve amacını gerçekleştirir. Bitkiler ise bunu bazen yapabilir. Polenlerin görevi budur aslında. Diğer taraftan bunu yapamayan bitkiler, Jared Diamond’un tabiriyle otostop çekmek zorundadır. Olgunlaşmış meyvenin insana ve kuşlara çekici gelmesi bundandır. Olgunlaşmış meyve daha çok tohum taşır. Örneğin, o iri böğürtlenler sindirim sistemimizde yolculuğa çıkarken barındırdığı tohumların hepsini sindiremeyiz. Dışkı ile attığımız bu tohumlar, bir başka yerde yeni filizlenecek bir böğürtlenin habercisidir. Bitki ve insan günün sonunda amaçlarına ulaşmıştır.
Bitkiler milyonlarca yıl boyunca (yabani hayatlarında) çoğalmanın son derece iyi yollarını bulmuşlardır. Yabani bezelye, örneğin, tanelerini keselerinden çıkarır. Bu taneler toprakta çimlenebildiği için bezelye soyun devamlılığını sağlar. Yabani buğday ve arpa kesede değil, başak üzerinde büyür. Bu tahıllar soyun devamlılığı adına tohumlarını yere saçar ve sonrasında filizlenir.

İnsan bezelye ve buğday söz konusu olduğunda yabani türleri topla(ya)maz çünkü yerlerden bunları toplamak güçtür. Bu nedenle, tek gen ile mutasyona uğramış, kese içinde kalan bezelyeler ve başağında kalan buğday-arpa toplanmıştır. Dolayısıyla da bu ürünler, adeta, yapay yolla seçilmişlerdir.
Badem ağacı da yapay seçilim ile günümüze kadar gelmiştir. Yaban bademler içinde öldürücü miktarda bir zehir bulundurur: amigdalin. Ne var ki, bazı badem ağaçlarındaki bademler mutasyona uğramıştır ve bu acılığı, yani bu zehri, içermemektedir. Atalarımız ne zaman ki böyle bir ağaç bulup ekmişler, o ağaçtan artık zararsız tatlı bademler üremeye başlamış. İşte bu da badem ağacının ehlileştirilmesidir.
Meşe palamudu içinse aynı şey söylenemez. Atalarımız, muhtemelen, meşenin pelidini de yemeyi denedi ve acı olmayan pelitler buldu. Ne var ki, acı olamayan pelitler tekrardan acı pelitler içeren ağaçlar olarak büyüdü. Demek ki meşe ağacı söz konusu olduğunda, acılığa dair tek bir sorumlu genden bahsedemeyiz.

Peki, tarım neden/nasıl ortaya çıktı?
Bir görüşe göre, eğer bir yerde ekinini yetiştirip biçersen çölleri geçmeye, dağları aşmaya gerek kalmaz. Tehlikeli ve zor maceralardan uzak, tek bir yerde yaşayabilirsin. Ne var ki, çiftçilik de az bir macera ya da kolay bir iş değildir. Güneşin altında saatlerce çalışmayı gerektirir. Halen yaşayan göçebe insanlar, yaşam tarzlarını yerleşik insanınki ile değişmeye yanaşmadıklarını söylerler.
Diğer bir görüş ise insan nüfusunun bir yerden sonra hızla artmaya başladığını ve bunun da bir tür kıtlık yarattığını öne sürmektedir. Kıtlıktan sıyrılmak için de avcı-toplayıcılık yerine yerleşik tarım tercih edilmiştir. Bu görüş şunu gözden kaçırıyor gözükmektedir; göçebe topluluklar çiftçilik nedir bilmezlerdi. Yani, çiftçiliğin daha çok besin temin edeceğini bilmeden, bunun bir örneğini görmeden neden bu işe girişsinler? Diğer taraftan bunu bilseler bile kıtlık vaktinde acil çözüm olarak daha fazla avlanmayı hedeflerlerdi, ekin ekip aylar sonra biçmeyi değil. Şunu da eklemek gerekiyor: nüfus ile tarım arasındaki ilişki karşılıklıdır. Yani, nüfus arttığı için beslenme ihtiyacı arttı ve kıtlık benzeri bir süreç yaşandı dememizin altında yatan varsayım nüfusun bağımsız artmasıdır. Hâlbuki nüfus tam da tarımın iyice gelişmesinden sonra artmış ve artan nüfus beraberinde tarımı daha da geliştirmiş olabilir.
Son görüş ise, avın ve yaban bitkilerin bol olduğu bir dönemde yaşayan toplulukların, bir yerden avcı-toplayıcı kültürlerine devam ettikleri, aynı zamanda da tarım yapmaya başladıklarıdır. Böylece toplumun hiçbir kesimi tarımdan gelecek ürüne bağlı değildir çünkü avcılık-toplayıcılık devam etmektedir. Ancak tarımdan elde edilen ürünlerinin (daha sonraki süreçlerde) verimliliği ve depolanılabilirliği fark edilince avcılık-toplayıcılık zaman içinde terk edilmiştir.
Görülüyor ki bir kere bu yerleşikliğe başladınız mı artık diğerine geri dönüş çok zordur. Nitekim, örneğin, ona göre çocuk yapılmış, ona göre kalıcı konutlar inşa edebilmek için emek sarf edilmiştir. Dünyanın güncel durumunu hesaba kattığımızda geri dönüşün zorluğu rahatlıkla görülebilir.