Bilim, Teknoloji ve Uygarlık

Mustafa Efe Ateş ✘
7 min readDec 20, 2022

--

Bilimsel faaliyetin ortaya koyulabilmesi için belirli düzeyde uygarlaşmış bir toplum ön-koşuldur. Bilimsel yaklaşımın ilk nüveleri erken uygarlıklar zamanında atılmıştır. Teknik ise insanlar arasında çok daha önce yaygındır. Tekniğe ilişkin erken örnekleri yazının devamında ele alacağız.

Felsefe ve uygarlık ilişkisi bağlamında sorulan soruyu bu noktada da tekrarlamak olasıdır: Günümüze benzer bilim ne zaman, nerede ortaya çıktı? Genel kabul milattan önce beşinci yüzyılda Miletos’u (İyonya Bölgesi) işaret etmektedir. Miletos’ta bilim ortaya çıkmazdan önce Homerosçu ve Heseidosçu gelenekler, yani mitsel dünya görüşü insanlar arasında hâkimdi. Bu gelenekler Yunan bilimine zemin hazırlamıştır. Homeros insanlara, teknik-bilimsel unsurlardan ziyade, hümanizm aşılamıştır. Mitolojik eserlerde kahramanlar aracılığıyla insanlar bir nebze kendilerinin parçası olduğu halk ile övünmeye başlamışlardır. Aidiyet duygusu entelektüel gelişimi hızlandıran önemli faktörlerden biridir.

Neden bilim Miletos’ta serpildi? Coğrafi açıklamaya göre doğal çevre müsaitti. Ancak bu iyi bir açıklama değil çünkü birçok yer Miletos’a benzerdi. Hatta Ege Denizi’nin her iki kıyısı da nerdeyse birbirinin aynıydı. Irksal açıklamaya göre Miletos ırkı üstündü ancak bu da yetersiz bir açıklama çünkü yine her iki kıyıda da aynı ırktan insanlar fazlasıyla bulunuyordu. O halde farklı bir açıklamaya ihtiyacımız var.

Antik Yunan. © greeka.com

George Sarton’a göre iki tatmin edici açıklama bulunmaktadır:

a) Miletos’lular özgür insanlardı. Neredeyse hepsi bugün ülkemizin batısında yer alan yerleşim yerlerine Girit’ten göçmüşlerdi. Bu yeni geldikleri topraklarda kendilerine has, spontane liberal yaşamlarını kurup yeni Yunanistan’ı kurma arzusundaydılar.

b) Batı Anadolu karışım bir yerdi. Orada yerleşik bir halk vardı ve Girit’ten göçenler yeni haklarla tanıştılar. Üzerinde yıllarca oturduğun ve komşularının hiç değişmediği yerlerde soru sormak aklına bile gelmez. Dahası sorduğun sorular senden önce sorulmuş ve onlara verilen yanıtlar senden önce zaten verilmiştir. Bu konforun içinde meselelere yeni bir bakış açısıyla yaklaşman çok zordur. Ne zaman bir yabancı kültür ile tanışsan, belki o zaman farklı bir perspektiften bakabilme şansı yakalayabilirisin. Miletos’taki atmosfer bu şanslı entelektüel ortamı yaratmaya elverişliydi.

Miletos’un en önemli düşünürü Thales idi. Thales’i kendinden önceki dehalardan ayıran en önemli unsur dünyayı mitlerle değil, dünyanın içinde olan biten diğer doğal şeylerle açıklama çabasıdır. Dünya neyden yapılmadır gibi bir soru sormak yetmez, aynı zamanda yanıt dünyaya ait bir başka fenomenle ortaya koyulmalıdır (Thales, örneğin, dünyada her şeyin ana maddesini ‘su’ olarak belirler). Thales’i özgün kılan en önemli özelliklerden biri bilim için bilim yapması, bir amaç ya da çıkar uğruna bilmeye yönelmemesi, entelektüel soruşturmalarında pratik bir kaygı gütmemesidir.

Miletoslu Thales. Detail of mosaic depicting Thales, 2nd or 3rd century C.E., from Suweydie near Baalbek, now modern Lebanon, National Museum in Beirut; the inscription in Greek begins: “Thales Milesios”

Bu Thales’in, elbette, dünya meselelerine gözünü kapattığı anlamına gelmez. Nitekim kendisi Pers saldırılarının yaklaştığı dönemde yaşamıştır. Bu dönemde Miletos halkının birleşip, Teos’ta bir zirve yapmasını da önermiştir. Bu onun sadece filozof ve saf bilim insanı değil çevresinde olan bitene ilgi duyduğunu göstermektedir.

Thales’in bir amaç ya da çıkar uğruna bilmeye yönelmemesi, belki de en iyi biçimde, Aristoteles’in Politika birinci kitabının on birinci bölümünde örneklendirilebilir. Aristoteles’in duymuş olduğu rivayete göre Thales yıldızlar hakkında bilgisini kullanarak bir sonraki yılın zeytin rekoltesinin yüksek olacağını hesaplamış. Bu nedenle henüz hasat zamanı gelmeden çevresindeki bütün zeytin sıkma teçhizatlarını ucuz bir fiyata kiralamış. Hasat zamanı geldiğinde de elindeki makineleri dilediği fiyata kiralamış.

Bu hikâyenin önemli derslerinden biri aslında bilim insanının (ya da filozofun) istediği zaman istediği kadar para kazanabileceğini göstermektir. Ne var ki bilim insanı böylesi pratik kaygılar uğruna bilimsel faaliyet yürütmez. Farklı bir ifadeyle bilimsel tavır sadece kendisi için vardır ancak bu onun sayesinde elde edilecek kazançların olmadığı anlamına gelmez –yalnızca bilimsel tavrın öncelikli özelliği bu tür kazanç ilişkilerini hesaba katmamasıdır.

Miletos biliminin bir diğer çarpıcı özelliği ise mürit ilişkisi barındırmamasıdır. Farklı ifadeyle Thales’in ardılları Thales’i eleştirmiştir. Onu görüşlerine körü körüne bağlanmamıştır. Örneğin Anaximandros, Thales’in sorduğu soruyu (evrenin ana maddesi arkhé sorusunu) devam ettirmiştir fakat aynı yanıtı vermemiştir.

Teknik söz konusu olduğunda ise bilimle sıkı ilişki içinde olan ancak ondan çok daha farklı özelliklere sahip bir alana işaret etmekteyiz. Teknik genelde yaşamın sonsuz problemlerine bulunan çarelerle başlamıştır diyebiliriz. Özellikle prehistorik dönemde insan kendini ve ailesini doyurmalıydı, hava koşullarına karşı uygun yerlerde barınmalı ve yırtıcı hayvanlardan da korunmalıydı. Ne var ki, bütün bulunan çareler büyük ihtimalle yok olup gidiyordu. Öyle ki bu problemlerin nasıl çözüldüğü başkalarına, belki de yeni nesillere aktarılamıyordu. Bir el baltası muhtemelen tarih öncesi dönemde onlarca defa yeninden icat edildi.

Uygarlıklar öncesi erken teknik problemler nelerdi? Örneğin avlanan hayvanın derisinin yüzülmesi erken problemlerden biridir. Ucu keskin bir taş parçası iş görebilir. Daha sonra bu aletin efektif olmadığı tespit edilir çünkü zaman tüketici ve zorlayıcıdır. Bir çözüm başka probleme yol açmıştır. Yeni problem taşın daha sivri olması ya da onu daha uygun kavrayabilmektir. Çiftçiler için de problemler vardır. Örneğin yemek için, ilaç için bitkilere ihtiyaç duyulur. Sürekli deney yapılmalıdır çünkü yüzlerce bitki içerisinden en işlevli olanının seçilmesi elzemdir. Bunlarla beraber çömleklerin önemi çok daha fazladır. Çömlekler çoğu zaman gıdaları, yükleri bir yerden bir yere taşımak için kullanılırdı. Dolayısıyla bu çömlekler sağlam olmalıydı. Aynı zamanda bu çömleklerin dayanıklı olması için de yeni teknikler geliştirilmeliydi çünkü çömlekleri ağır yükle doldurmak için çömleklerin dayanıklılığı hayatiydi. Peki, insan kendisini doğa koşullarından nasıl koruyacaktı? Üşümemesi, ıslanmaması lazımdı ya da güneşte yanmaması… Hayvan derileri çare olabilirdi ya da yapraklar ancak hiçbir icat lif malzemesi ya da elyaf dediğimiz şey kadar etkili olamazdı. Bu tekstil endüstrisinin doğuşunu hızlandırdı.

Eski atalarımızın teknikteki becerilerine verilebilecek örnekler daha da uzatılabilir ancak burada Sarton’un bahsettiği ve insanı hayrete düşüren üç icattan bahsetmek istiyorum: İlki Bumerang, Avustralya’da yaklaşık 10.000 yıl önce icat edildi. Bir silah olan Bumerang genellikle kuş avlamak içindi ve sadece avını yaralayıp yere düşürmüyor, aynı zamanda avcısına geri dönüyordu; ikinci icat Güney Amerika’ya ait ve adı tipiti. Bu alet elastik silindir bir boru ancak delikleri mevcut ve içine kasava denilen bitki koyuluyor. Bu bitkinin acı ve toksin suyu sıkılarak, preslenerek akıtılıyor. Geri kalan malzeme ise nişasta olarak kurutulmak üzere seriliyor; son bir icat ise Çin’den. Bu aletin adı li. Li bir tripod yemek kazanı, üç ayrı bacağı var ve her bacakta farklı yemekler pişirilebiliyor –hem de tek bir ateşle!

Li, tripod yemek kazanı. Tripod vessel, li Neolithic (about 4500–2000 BC) © Compton Verney

Uygarlıklar öncesi insanın teknik becerisi son derece gelişkindir. Örneğin insan sadece yeryüzünde seyahat etmemiştir, suyun üzerinde de epey yol alma becerisi bulunmaktadır. Bunu en eski icatlardan biri olan kano ile başarmıştır. Baltık denizi kıyılarına has kehribarlar dünyanın çeşitli yerlerinde bulunmuştur. Bu da insanın bu dekoratif malzemelere erişmek için su üzerinde yolculuk yapabildiklerini göstermektedir.

En eski kano 1955 yılında Hollanda A28 otoyolunun inşası sırasında keşfedilmiştir. Otoyol, Hoogeveen’deki Pesse köyünün güneyinden, bataklığın içinden geçecekti. Yol hattını inşa etmek için bataklığın kaldırılması gerekiyordu ve kazı sırasında bir vinç operatörü yüzeyin 2 metre altında bir ağaç gövdesi ile karşılaştı. Oranın yerlisi bir çiftçi olan Hendrik Wanders kütüğü fark etti ve daha fazla incelenmesi için aldı, Groningen Üniversitesi’ne verdi. İnceleme neticesinde bunun bir kano olduğu sonucuna varıldı. Bazı kimseler böylesi bir iddiayı temelsiz buldu. Öyle ki bunun bir hayvan yemliği olabileceği de muhtemeldi. Ne var ki bir araştırmacı kanonun aynısını modelleyerek başarılı bir biçimde su üstünde uzun süre yol almayı başardı. Elbette bu nihai bir delil teşkil etmez ancak bir hayvan yemliği ile yüzmenin pek de olası olmadığı söylenebilir.

Pesse Kanosu. Drent Müzesi. Kaynak: https://drentsmuseum.nl/en/in-the-spotlight-top-exhibits/pesse-canoe

Görüldüğü gibi kano ile su üstünde seyahat edebilmek için suyun kaldırma kuvveti bilmeye lüzum yoktur. Ancak yüzmenin prensiplerini, suyun kaldırma kuvvetini bilmezseniz devasa nakliye gemileri yapmanın ya da bir denizaltı icat etmenin pek de yolu yoktur. Uygarlığı bir adım ileri götürmenin yolu, dolayısıyla, temel teknik beceriyi mühendisliğe çevirmektir.

Bu noktada bilimin tekniğe, tekniğin de bilime muhtaç olduğunu söylemek aceleci bir genelleme olacaktır. Teknik ve bilim çoğu zaman birbirleri ile karşılıklı etki içindedir. Kimi zaman teknik bir beceri ile elde edilen bir aletin çalışma prensiplerini bilimsel yolla açıklarken, kimi zaman bilimsel bir kuramın teknolojik uygulamasını ortaya koyarız. Teknik her zaman bilimin uygulamalı hali değildir ya da bilim her daim uygulamasını göreceğimiz bir alan değildir (örneğin formel bilimler). Burada sadece terazinin dengesi bilim tarafında ağır basmaktadır. Yani teknik sık olmasa da bilimsel gelişmeleri tetikleyebilir. Örneğin termodinamik, enerji transferini içeren tüm fenomenlerle, yani ısı ve iş ile ilgilenen bilimdir. Geliştirilmesi ise 1824'te Sadi Carnot’un 1764'te James Watt tarafından keşfedilen kapalı çevrim buhar makinesini iyileştirme çabalarıyla başlamıştır.

Sadi Carnot — Louis-Léopold Boilly

Diğer taraftan bilim çoğunlukla teknik gelişmeleri tetikler, örneğin Görelilik Kuramı ve GPS. Yeryüzündeki GPS alıcısı, sinyalin hareket saati ile varış saati arasındaki zaman farkını hesaplayarak her bir uyduya olan mesafesini hesaplar. Uzaklık, yolculuk süresinin ışık hızıyla çarpımına eşittir. Albert Einstein, ilk olarak yerçekiminin etkisi altında zamanın daha yavaş aktığı çıkarımını görelilik kuramına dayanarak yapmıştır. Buna göre uydudaki zaman, Dünya’dakinden daha hızlı akar (çünkü Dünya’nın çekimi daha zayıftır). Uydu tarafından yayınlanan sinyalin kalkış zamanı ile varış zamanı arasındaki mesafenin hesaplanmasında bu etki dikkate alınmalıdır. Bu etkiyi hesaba katmasaydık, GPS göstergesi günde yaklaşık on kilometre kayardı. Bilim işte uygulamasını günümüzde sıklıkla kullandığımız bu yön gösterici alette açığa çıkartmaktadır.

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

--

--

Mustafa Efe Ateş ✘
Mustafa Efe Ateş ✘

Written by Mustafa Efe Ateş ✘

Knows some stuff about philosophy, science, cooking & the game of basketball.

No responses yet

Write a response